Diyabet ve Metabolik Cerrahi
Diyabet, pankreasta üretilen insülin hormonunun yetersizliğinden ya da etkisizliğinden kaynaklanan kan şekeri yüksekliği ile seyreden bir rahatsızlıktır.
Diyabet, pankreasta üretilen insülin hormonunun yetersizliğinden ya da etkisizliğinden kaynaklanan kan şekeri yüksekliği ile seyreden bir rahatsızlıktır.
Diabet, pankreasta üretilen insülin hormonunun yetersizliğinden ya da etkisizliğinden kaynaklanan kan şekeri yüksekliği ile seyreden bir rahatsızlıktır. Kan şekeri düzeyi insülin hormonu tarafından kontrol edilir. Eğer vücudun insülin üretimi yeterli değilse ya da insülin hormonuna hücresel düzeyde direnç varsa kan şekeri yükselir ve şeker hastalığı ortaya çıkar.
Ülkemizde yapılan en son diyabet taraması olan ve İstanbul Tıp Fakültesi ile Sağlık Bakanlığı işbirliğinde yürütülen TURDEP-II adlı araştırmada 20 yaş üzerindeki diyabet görülme oranının %14 değerine ulaştığı bulunmuştur. Türkiye’de diyabet oranı her geçen yıl artmaktadır. 1998 yılında %7,5 olan diyabet oranı 12 yıl sonra %14’e çıkmıştır.
Şeker hastalığı Tip1 ve Tip2 diyabet olarak ikiye ayrılır. Hastanın vücudu insülin üretmiyorsa Tip 1, üretiyor ancak yeteri kadar kullanamıyor ise veya az üretiyorsa Tip 2 olarak adlandırılır.
1. Sık idrara çıkma, TIP DİLİNDEKİ ADI İLE Polüri
2. Çok su içme, TIP DİLİNDEKİ ADI İLE Polidipsi
3. Çok yemek yeme, TIP DİLİNDEKİ ADI İLE Polifaji
4. Kilo kaybı
1. Yorgunluk
2. Ağız kuruluğu
3. Vücuttaki yaraların geç iyileşmesi
4. Ciltte kuruma ve kaşıntı
5. Sık geçirilen enfeksiyonlar
6. Görmede bulanıklık
7. Cinsel sorunlar, iktidarsızlık, cinsel isteksizlik
8. Ellerde ve ayaklarda uyuşma, yanma, batma ve karıncalanma. Diyabetik nöropati, yani diyabetin sinirlerde yaptığı tahribat belirtisidir.
Şeker Hastalığının Tedavisi Diyabet tedavisinde amaç, kan şekeri ayarını sağlamak yada kan şekeri yükselmeleri ile düşmelerin önüne geçmektir. Bu denge, komplikasyonların gelişimini önlemek veya gelişmiş komplikasyonların seyrini yavaşlatmak için son derece önemlidir.
Diyabet kontrolü, kan şekeri seviyesini normale en yakın seviyede tutmak anlamına gelir.
Sağlıklı Beslenme: Başta karbonhidrat içeren besinler olmak üzere tüm besinlerin vücudun ihtiyacından fazla tüketilmesi, kan şekeri seviyelerini yükseltir. Hastaya özgü beslenme tedavisinin verilmesi, kan şekeri kontrolünün sağlanmasında oldukça önemlidir.
Egzersiz, vücudun glikozu etkili bir şekilde kullanmasını ve kan şekerinin kontrol edilmesini sağlar. Ayrıca, şişman tip 2 diyabetli kişilerin kilo kaybetmesine yardımcı olur.
İnsülin, besinlerle kana geçen şekerin vücut tarafından kullanılmasını sağlayan ve böylelikle kan şekeri yükselmelerini önleyen bir hormondur. Tip 1 diyabetli kişilerin insulin üretimleri olmadığından yaşamak için insüline gereksinimleri vardır. Tip 2 diyabetli kişilerin ise kan şekeri dengesini sağlamak için ağızdan alınan ilaçlara veya insüline gereksinimleri olabilir.
Şeker Hastalığının Komplikasyonları Kan şekeri kontrolünün sağlanamaması, kısa veya uzun dönemde sağlık sorunları oluşturur. Diyabet, küçük ve büyük damarlarla birlikte sinirlerin de hasar görmesine neden olabilir. Diyabetin neden olduğu bu hasarlar, “komplikasyon” olarak tanımlanır.
Diyabetin komplikasyonları akut komplikasyonlar ve kronik komplikasyonlardır.
Akut komplikasyonlar, yani kısa sürede ve çabuk gelişen olumsuzluklardır ve kitaplarda şu şekilde geçer:
⦁ Diyabetik ketoasidoz koması
⦁ Diyabetik ketoasidoz koması
⦁ hiperosmolar nonketotik koma,
⦁ laktik asidoz ve
⦁ hipoglisemik komadır.
Diyabetin kronik komplikasyonları, uzun vadede yavaş gelişen vücut tahribatlarıdır: makrovasküler ve mikrovasküler komplikasyonlar olarak ikiye ayrılır.
Mikrovasküler komplikasyonlar, küçük damarların yükselen kan şekeri ile bozulmasıdır.
⦁ retinopati (göz tahribatı),
⦁ retinopati (göz tahribatı),
⦁ nöropati (sinir tahribatı) ve n
⦁ efropati (böbrek tahribatı) olarak sınıflanırlar.
Makrovasküler komplikasyonların esası damar sertliğine bağlı kalp ve damar hastalıklarıdır.
⦁ Felç, bacak damarı tıkanması gibi sorunlar gelişebilir.
⦁ Felç, bacak damarı tıkanması gibi sorunlar gelişebilir.
⦁ Ayak sinirlerindeki bozulmalar ayak uyuşmaları, karıncalanma, hissizlik ve gece giren kramplar şeklinde belirti verir. Şeker hastalarının ayaklarında çıkan yaraların kapanması gecikir, çünkü damar ve sinir sistemi bozulmuştur.
⦁ Cilt kurudur. Ayağa giden damar ve sinirler bozulduğu için ayakkabı vurması gibi bir nedenle ayakta çıkan yaralar iyileşmez ve kangrene çevirebilir.
⦁ koroner kalp hastalığı,
⦁ inme,
⦁ felç
⦁ beyin kanaması,
⦁ periferik damar hastalığı denilen bacak damarı tıkanıklığı görülebilir.
⦁ endişe ve depresyona sık rastlanılır.
İnce Bağırsaklarımız üç bölümden oluşur ve toplam uzunluğu 450 cm ile 600 cm arasında değişmektedir:Duodenum, Jejunum ve İleum.
Besinlerin alındıktan sonraki işlenmeleri ve bağırsaklardan alınarak, kan dolaşımına verilmeleri, hormonal olarak ince bağırsaklarımızın etkin bir görev üstlenmelerini sağlamıştır. Yani ince bağırsaklarımız sadece gıdaları ileten ve vücut için emilimini sağlayan organlar değillerdir. Aksine bu emilim sürecinin en önemli karar verici organlarıdır. Çünkü ince bağırsaklarımızın değişik bölgelerinden salgılanan ince bağırsak kaynaklı hormonlar (inkretinler ve sekretinler) metabolizmamızın düzenlenmesinde büyük rol oynarlar. Bu nedenle de Şeker Hastalığının oluşumunda ve tedavisinde de etkileri büyük olmaktadır.
Şeker Hastalığının Ameliyatla Tedavisi Metabolik cerrahiden yarar gören hasta grubu tip 2 diyabet hastalarıdır. Ancak unutulmamalıdır ki her tip 2 diyabet hastası, ameliyat adayı değildir. Tip 2 diyabet hastaları diyet, egzersiz, yaşam tarzı değişiklikleri, ilaç ve insülin kullanımına rağmen kan şekeri kontrolü sağlayamıyor ise ameliyat olmalıdır. Hastalar, ameliyat planlamadan önce ayrıntılı ve multi-disipliner bir yaklaşımla tetkik edilmeli; en doğru tedavi alternatifleri hasta ile paylaşılmalıdır.
Metabolik Sendrom Nedir? Kardiyovasküler hastalıkların gelişiminde rol alan diabet, tansiyon yüksekliği, kilo fazlalığı ve kolesterol yüksekliği gibi çeşitli risk faktörlerinin bir arada bulunması, metabolik sendrom olarak adlandırılmaktadır. Metabolik sendrom, ciddi organ hasarı, iş kaybı ve önemli maddi kayıpların yanı sıra kalp ve damar hastalıklarına da sebep olması nedeni ile üzerinde durulması gereken bir ölüm nedenidir. Ülkemizde 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerde metabolik sendrom sıklığı %35
Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği, Metabolik Sendrom Çalışma Grubunun önerdiği, Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri (2005)
Aşağıdakilerden en az biri:
⦁ Diyabetes mellitus veya
⦁ Bozulmuş glukoz toleransı veya
⦁ insülin direnciveAşağıdakilerden en az ikisi:
⦁ Hipertansiyon (sistolik kan basıncı >130, diyastolik kan basıncı >85 mmHg veya antihipertansif ilaç kullanıyor olmak)
⦁ Dislipidemi (trigliserid duzeyi > 150 mg/dl veya HDL duzeyi erkekte < 40 mg/dl, kadında< 50 mg/dl)
⦁ Abdominal obezite (VKİ > 30 kg/m2 veya bel çevresi: erkeklerde > 94 cm, kadınlarda > 80 cm)
Üstteki bulgulardan üçüne sahip olan hastalarda metabolik sendrom bulunmaktadır.
Metabolik sendromu, obeziteye bağlı olarak ortaya çıkan tip 2 diyabetin oluşturduğu bütün yandaş sorunların toplamı olarak değerlendirebiliriz. Ancak metabolik sendrom aynı zamanda obeziteye de neden olabilecek sorunları bünyesinde barındırır.
Metabolik Sendromun Tedavisi Neden Önemlidir? Metabolik sendrom, sigara gibi hem yaşam kalitesini hem de ömrü kısaltır, ve önlenebilir ölüm nedenlerindendir. Bu nedenle tedavi edilmesi hayati önem taşır.
Metabolik Sendromun Tedavisi Nedir? Metabolik sendromu tedavisi diyet, egzersiz ve yaşam tarzı değişiklikleridir. Bunların yeterli olmadığı durumlarda ise ilaç ve insülin tedavisi gündeme gelmektedir. Tip 2 diyabet hastaları için tüm seçenekler uygulandığında başarı oranı %15 düzeyindedir. Obezitenin, diyet, egzersiz ve eğitimle iki yıllık takipte başarı oranı ise %3 düzeyindedir. Sonuçlardan anlaşıldığı üzere metabolik sendrom tedavisi için daha kalıcı ve başarı oranı yüksek tedavi seçenekleri gerekmektedir.
Metabolik Cerrahi Ameliyatları Metabolik cerrahinin ayrıntılarına girmeden önce “Metabolik cerrahinin obezite cerrahisinden farklı” olduğunu vurgulamakta fayda vardır.
Obezite cerrahisinde uygulanan tüp mide (sleeve gastrektomi), gastrik bypass, biliopankreatik diversiyon ve duodenal switch ameliyatlarının temeli, kısıtlama ve emilim bozukluğu üzerine dayanır. Kısıtlayıcı işlemlerin ön planda olduğu ameliyatların yapıldığı hastaların önemli kısmında ilerleyen yıllarda düzeltme operasyonlarına ihtiyaç duyulur. Emilim bozukluğunun ön planda olduğu ameliyatların yapıldığı hastaların ise ömür boyu demir, kalsiyum, vitamin ve mineral takviyesi alması gerekmektedir.
Metabolik cerrahide ameliyattan sonraki 1 yıllık süre zarfında dışarıdan takviye ihtiyacı ortadan kalkar. Uzun dönemli kilo kontrolünün en önemli nedeni ince bağırsakların son bölümünden kaynaklanan iştah kesici hormon seviyelerinin artmasıdır.
Diyabet- metabolizma cerrrahisindeki 3 çeşit ameliyat;
1- İleal interpozisyon
2- Transit Bipartisyon
3- Sleeve gastrektomi + Jejunoileal bypass’tır.
3 ameliyatın da birbirine göre avantajları ve dezavantajları vardır.
İleal İnterpozisyon Tip 2 diyabetin tedavisi için geliştirlen bir cerrahi prosedürdür. Bugün Metabolik Sendrom başlığı altında incelenen Tip 2 Diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemiler (Kolesterol ve trigliserid yüksekliği) ve kilo fazlalığı, ileal interpozisyon ameliyatı ile tedavi edilebilir. İleal İnterpozisyon bir obezite cerrahi yöntemi değildir, dolayısı ile obezite bu ameliyat için kriterler arasında yeralmaz.
İleal İnterpozisyon emilim kısıtlaması yada emilim bozukluğu yapmaz bu prosedür sonrası altı ay ile bir yıl içinde serbest diet ile vitamin ve mineral takviyesi almadan hayatlarını sürdürebilirler. Hastaların çoğu ameliyattan sonra kullandıkları tüm diyabet tansiyon ve kolesterol ilaçlarını bırakırlar, ve büyük çoğunluğu bu ilaçlardan hiçbirini kullanmadan taburcu edildirler.
İleal İnterpozisyon insulin direncine neden olan hormonları devre dışı bırakıp,insulin duyarlılığını arttıran hormon seviyelerinin yükseltilmesi prensibi ile etki gösterir. Sindirim sisteminin başlangıç kısımlarından Ghrelin, GİP ve glukagon gibi insulin direnç hormonları ve ince barsağın son kısmından da GLP-1 adlı insulin duyarlılık hormonları salgılanır. Özellikle GLP-1 insülin etkisini arttıran ve pankreasın insulin üretimini uyaran bir hormondur.
İleal interpozisyon ameliyatında ince barsağın ileum denilen son kısmının yerinin değiştirilmesine ek olarak ameliyat etkisini güçlendirecek başka hormonal değişiklikler oluşturmak amacı ile, midenin sol üst dış kısmından ghrelin hormone salgılayan bölüm de çıkartılır. Ghrelin hormonunun görevi açlık hissi oluşturmak ve hücre insulin direncini arttırmaktır.
Ileal interpozisyon ameliyatında midenin bir kısmının alınmasındaki temel amaç mide hacmini küçültmek değildir. Amaç, açlık hissini tetikleyen ghrelin hormonunun salgısını azaltmak ve barsaktaki yer değiştirmeye bağlı ortaya çıkabilen gastrik dilatasyon (MİDE GENİŞLEMESİ) durumunun engellenmesidir. Bu yüzden İleal İnterpozisyonda tüp mide ameliyatına oranla daha geniş bir mide bırakılır. Hastaların az yemek yemelerini sağlayan hormonal olarak oluşturulan yeni düzenlemedir. Bu nedenlerle ileal interpozisyon ameliyatı ileri düzey bir sindirim sistemi cerrahisi olmakla birlikte, etki mekanizmaları açısından tam olarak bir ‘Metabolik Cerrahi ‘işlemidir. İleal İnterpozisyon ameliyatında uygulanan her adımın hormonal bir hedefi vardır.
Bu ameliyatta tüp mide ameliyatına ilaveten, ince barsağın ileum denilen ince barsak kesilerek mideye bağlanır. Bu şekilde ince barsakların son 250 cm’lik kısmına doğrudan yiyecek girişi sağlanmış olur. Yiyeceklerin 1/3 ‘ü doğal yol olan oniki parmak bağırsağından, 2/3’ü ise yeni yapılan bağlantı ile ince barsağın ileum denilen son kısmına geçer. Bu ameliyat klasik olarak Roux-N Y tekniği ile 2 anastomoz olarak yapıldığı gibi , tek anastomoz ile loop şeklinde de yapılabilir. şekilde iki anastomozlu olan gösterilmiştir.
Bu yöntemde by-pass edilen yada devre dışı bırakılan barsak bölümü yoktur ve barsakların heryerinden gıda geçişi devam ettiği için emilim problemleri yaşanmaz. Hastaların %95’i hiçbir takviyeye ihtiyaç duymaksızın hayatlarına devam ederler.
⦁ Mide içi basıncın düşük olmasına bağlı tüp mide kaçaklarının engellenmesi
⦁ Mide içi basınç azlığına bağlı, tek başına tüp mide ameliyatından sonra uzun vadede görülebilen mide genişlemelerinin önüne geçilmesi
⦁ Endoskopik yöntemle ince barsakların tüm alanlarına ulaşılabiliyor olması
⦁ Tüm sidirim sisteminden devam eden yiyecek geçişi ve emiliminin olması
⦁ Oniki parmak barsağı ve safra kanallarına ERCP için ulaşım
⦁ Mide antrum,pilor ve oniki parmak bağırsaının korunmasına bağlı vitamin,mineral demir ve kalsiyum takviyesine ihtiyaç duyulmaması.
2012 yılında yayınlanan 5 yıllık erken dönem sonuçlara göre, hastaların 5 yıllık süre zarfında fazla kilolarının %74’ünü verdikleri ve %86’sının kan şekeri değerlerinin ilaçsız olarak kontrol altında olduğu gösterilmiştir.
Bu ameliyat tekniğinde klasik sleeve gastrektomi (tüp mide – mide küçültme) ameliyatı yapıldıktan sonra ince bağırsağın başlangıç 50-70. cm’si ile ince bağırsağın sonu yani ileum’um, ileoçekal valvden yaklaşık 150. cm.’ler arasına yanyana anastomoz yaparak yiyeceklerin bir kısmının 70. cm’den sonra direk ileuma geçmesi sağlanır. bu şekilde diyabet ve metabolizma cerrahisindeki ana hedefimiz olan ileumun aktifleştirilmesi sağlanır. bu maeliyattan sonra da %85-90 oranında diyabetin regüle olmakta, ilaçlar bıraktırılmaktadır.
⦁ Endoskopik yöntemle ince barsakların tüm alanlarına ulaşılabiliyor olması
⦁ Endoskopik yöntemle ince barsakların tüm alanlarına ulaşılabiliyor olması
⦁ Tek anastomoz olması nedeniyle ameliyat süresinin kısa olması
⦁ Ameliyatın etkinliği olmaması durumunda veya ishal gibi durumların görülmesi durumunda revizyonun kolay olması
⦁ Tüm sidirim sisteminden devam eden yiyecek geçişi ve emiliminin olması
⦁ Oniki parmak barsağı ve safra kanallarına ERCP için ulaşım
⦁ Mide antrum,pilor ve oniki parmak bağırsaının korunmasına bağlı vitamin,mineral demir ve kalsiyum takviyesine ihtiyaç duyulmaması.
Diyet, egzersiz, yaşam tarzı değişiklikleri yapmasına ve ilaç ile insülin kullanmasına rağmen kan şekeri kontrolü sağlanamayan tip 2 diyabet hastalarının ameliyat olması gerekmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki ameliyat ilk değil, son seçenektir.
⦁ Açlık hormonu olarak bilinen Ghrelin miktarı azalır. Tokluk hissi uzun sürer,
⦁ Ghrelin azalması ile insülin direnci azalır,
⦁ Mide küçültülerek kalori kısıtlaması elde edilir.
⦁ Gıdaların ileuma erken ulaşması, GLP-1salgısını arttırır.
⦁ GLP-1pankreası uyararak insülin yapımını arttırır.
⦁ GLP-1 ayrıca dokulardaki insülin direncini ortadan kaldırır.
⦁ İnsülin direncinin kalkmasıyla, şeker hastalığı bulguları geriler.
⦁ Şeker hastalığına bağlı yandaş hastalıklarda düzelir.
Ameliyat sonrası erken dönem süreç sleeve gastrektomi (tüp mide – mide küçültme) ameliyatına benzerdir. Bu ameliyattan sonra 3. saatte yürüyüşlere başlayan hastaya 3. gün önce kaçak testi yapıyoruz daha sonra ağızdan sulu beslenmeye geçiliyor. 4. gün taburcu olan hastalar günlük hayatlarına dönebiliyor.
10. gün, 1. ay, 2. ay, 3. ay, 6. ay 1. yıl ve 2. yıl kontrolleri oluyor. Bu süre içinde hastaların diyete uyumları ve spora başlamaları oldukça önem arz etmektedir. Hastalar sağlıklı beslenmeyi ve sporu hayat alışkanlığı haline getirmeleri gerekmektedir.